İlm-i Ledün


Ruh ve Beden Kitabından alınmıştır.


Bildiğiniz gibi İlm-i Ledün. Cenab-ı Hakk'ın izni ve emri ile bütün yer ve gökleri kaplamıştır. Âcizane olarak biz, bunu burada izah edemeyiz. Yalnız bir kaç tane şifre vermekle yetinelim. 

Ledün ilmini bütün peygamberler bilir mi, bilmez mi? 

Rivayete göre Zülkarneyn (Büyük İskender), ebedi olarak yaşayabilmek ve önlemek için, gene Ledün İlmi'nin bir işaretiyle bütün ordusunu toplayıp, Ab-ı Hayat'ı (ölümsüzlük suyunu) aramağa çıktı . Epeyce aradıktan sonra bir gün, iki nefer, bulurlarsa haber vermek üzere ordudan ayrılarak keşfe çıktılar.

Öğle vakti bir ırmak kenarına geldiler. Yemek yemek için kurutulmuş balıklarını çıkardılar, yemeğe başladılar. Balığın kalan iskeletini suya attıklarında, onları hayretler içerisinde bırakan bir şeyler oldu. İskelet tekrar et ve can kazanarak, onların gözüne diri bir balık olarak göründü. 

İçlerinden "Hızır" diye bilineni, bir balığı soydu, etini yedi, iskeletini kuyruğundan tutarak suya batırdı. Balık tekrar canlanarak elinde oynamaya başladı. Arkadaşı İlyas'a : "Biz Ab-ı Hayat'ı bulduk" dedi. 0 sudan içtiler, atlarına da içirdiler. Beşeri sıfatları gitti, ulvi, ilahi sıfata büründüler. 

Hikâye, bu. Şimdi Hakikate gelelim: 

Bu su bir akarsu idi, bir ırmaktı. Bundan içen insanların hepsinin, Hızır ve İlyas gibi olmaları gerekirdi. Fakat her iki arkadaşın da maksadı üb-ı hayat olduğu için, ancak o ikisi, miraçlarını o sudan yaptılar, yapabildiler. 

İki arkadaş, Zülkarneyn'in ordusuna dönüp oraya kavuştular. Ancak keşfettikleri sırrı Zülkarneyn'e söylemediler. Buna karşılık ordudan ayrılıp geri dönmek için izin istediler. Zülkarneyn buna müsaade etmedi, çünkü bu iki kişiyle başlayarak ordunun dağılmasını istemiyordu. Fakat o izin vermediği halde Hızır ve İlyas, ordudan ayrılıp yola çıktılar. Zülkarneyn bütün orduyla birlikte peşlerine düştü, ordusuna onları yakalamayı emretti. Fakat yakın bir takip sırasında ikisi de birdenbire gözden kayboldu. 

Yer mi yuttu, semaya mı çıktılar? 

Zülkarneyn'in askerleri her ne kadar onları aradılarsa da bulamadılar, geri döndüler. Zülkarneyn'e durumu bildirdiler.

O zaman Zülkarneyn dedi ki: 

-Ben, ölmeyeceğim diye kendimi de, ordumu da bu zahmete soktum. Ab-ı hayat onlara nasipmiş. Ben de ancak Cenab-ı Hakk'a karşı isyan etmiş oldum. 

Şimdi sözü Musa Aleyhisselam'la Hızır(A. S.)' a getirelim. 

Musa Aleyhisselam, Cenab-ı Hakk'ın izniyle, zühir ve batın ilimlerinde çok yüksek bir dereceye gelmişti. 

Böyle olduğu halde Cenab-ı Hakk kendisine şöyle buyurdu: 

-Ya Musa, İlm-i Ledün'ünü öğreneceksin. Hz. Musa sordu: 

-Allah'ım, İlm-i Ledün bana verdiğin zühir ve batın ilminin dışında mı? Cenab-ı Hakk cevap verdi: 

-Ey Kulum Musa, Ledün İlmi'nin bütün ilimlerden bir üstünlüğü vardır. O'nu da öğren. İki denizin birleştiği yere (Kızıldeniz kenarındaki belli bir iskeleye) git, şu şekilde bir adam göreceksin. O'na "ben Cenab-ı Allah'ın izniyle, sizden İlm-i Ledün'ünü öğrenmeye geldim,"de. 

Cenab-ı Hakk'ın tarif ettiği adam, Hızır Aleyhisselam'dı. 

Musa Aleyhisselam gitti ve tarife uygun olarak, Hızır Aleyhisselam'ı gördü. Selamlaştı, yukarıdaki emri kendisine söyledi. Hızır Aleyhisselam: 

-"Biz de Allahın emriyle burada seni bekliyorduk" dedi. Arkadaş oldular, hemen bir gemiye bindiler. Musa Aleyhisselam, büyük bir peygamber olduğu halde Hızır Aleyhisselam'ın emrine girdi. Gemi denizde ilerlerken, bir ara Hızır Aleyhisselam'a dedi ki: 

- Seninle biraz aşağı inelim. 

Geminin alt katına indiler. 

- Şu çekici al, şu demir ile gemiyi del. Dedi Hz. Musa itiraz etti: 

- Gemide bu kadar insan var, hayvan var.

Hızır Aleyhisselam: 

Sen Sabırlı ol. Dedi.

Su geminin alt kısmını istila etti. Biraz sonra korsanlar, gemiye çıkarma yaptılar. Fakat bu zamana kadar su geminin birinci katına çıkmıştı. Korsanlar bunu görünce "gemi batıyor" diye kaçtılar. Gemiyi terk edip kendilerini kurtardılar. Öte yandan gemidekileri de bir telaş almıştı. Gemi kaptanı "Ne duruyorsunuz, gemiyi boşaltın" diye emir verdi. Onlar gemiyi boşaltırken Hz. Musa, Hızır Aleyhisselam ile birlikte bir ağaç çivisini o deliğe çakıverdi. Su girişi durdu. Giren su da boşaltıldı. Yollarına devam ettiler. 

Hz. Musa ile Hızır, gemiden inerek, başka bir kasabaya çıktılar. Gemiden inerlerken iskelenin kenarındaki bir sahada delikanlılar bugün de olduğu gibi top oynuyorlardı. 

On sekiz yaşında bir delikanlı ile Hızır Aleyhisselam sert bir yüzle baktı. Genç, Hızır A.S gencin boynundaki şah damarına bir yumruk vurdu. Genç öldü. Hz. Musa ile Hızır (A.S.) kargaşada kalabalığın içinden sıvıştılar. 

Akşam vakti bir kasabaya uğradılar. Hangi kapıyı çaldılarsa kimse onlara kapıyı açmadı. Gecenin yarısı oldu. 

Musa (A.S.) beşer olduğu için hem acıkmış, hem de üşümüştü. Hızır(A. S.) ise Cenab-ı Allah'ın izniyle Ab-ı Hayat'ı içmiş olduğu için, ona ne açlık, ne susuzluk, ne de soğuk tesir etmiyordu. 

Bir arsada yıkık bir duvara rast geldiler. Duvar hemen devrilecek gibiydi. 

Hızır(A.S.) Hz. Musa'ya dedi ki: 

- Bu duvarı tamir edelim. 

Hz. Musa: 

- Sen ne yapıyorsun? Ben hem üşüdüm, hem de acıktım. Bu şehirde kimse bizi evine almadı. Bir de şu yıkık duvarı yapmak istiyorsun. 

Hızır( A.S.): 

- Sen bizim işimize karışma, bana yardım et. Dedi. 

Mecburen Hz. Musa, çalışmaya başladı. Taş duvarı onardılar. Düzelttiler. Hz. Musa maddi ve manevi olarak Hızır(A.S.)' a içinden kızmaya başlamıştı. Bunu dıştan belli etti.: 

- Sen ne yapıyorsun? Dedi. 

Hızır(A. S.) şöyle cevap verdi: 

- Ya Musa sen acele ettin. Uç misle dayanamadın. Şimdi sana bunların açıklamasını yapacağım: 

  1. Biz gemiyi deldik. Gözünle gördün. İleride gemiyi korsanlar istila etti. Hem gemiyi soyacaklar. Hem de bizleri öldüreceklerdi. Gemi sahibinin parası helaldi. Acıdım ve onları kurtardım.


  2. Öldürdüğüm genç, o şehirdeki beyin oğluydu. Babasına ve anasına karşı isyan ediyordu. Halka karşı da bir isyan ve horlama içindeydi. Yarın öbür gün başa geçse, halka çok zulüm yapacaktı. Bir kişinin yüz bin kişiye zararı dokunacağına, bir kişiyi öldürdük, diğerleri yakayı kurtardı.


  3. Bu yıkık duvara gelince; bu evi yapan temiz bir adamdı. Helal parasıyla bu evi yaptı. Geri kalan parayı bir küpçüğe koydu, tamir ettiğimiz duvarın dibine gömdü. (Hızır A.S. eliyle göstererek) Temelin altında işte şuradadır. Baba, ana öldü. Ev yıkıldı. Çocukları amca yanına aldı. Henüz ufaklar. Onlar amcalarından ayrıldıktan sonra bu arsaya ev yapacaklar. Bu para onlara nasip olacak.

Hızır(A. S.) sözlerine devam etti: 

- Yaptığımız işin sırrını anladın zannederim. Sen acele ettin. Arkadaşlığımız buraya kadar. Ayrılıyoruz.

Hızır(A.S.), Musa Aleyhisselam'a elini uzattı, tokalaştı. 

Musa(A.S.) feryada başladı. Ağladı: 

- Beni burada bırakırsan, ben nereye gideceğim? Yol bilmem, iz bilmem. Beni terk etme! 

Hızır(A.S.): 

- Sen merak etme. Akıllı olursan, daima beraber olacağız. Elini bana ver, gözünü yum, aç dediğim zaman aç.

Hz. Musa. A.S. elini uzattı. Hızır A.S. "Gözünü yum", hemen ardından da "Aç" dedi. Musa A.S. baktı ki, kendi evinin önünde. 

Buna Allah'ın izniyle, lütfu ve ihsanı ile Tayyı Mekân adı verilir. 

Allah'ın izni ve Allah'ın Resulünün müsaadesiyle, Hz. Fahri Kâinat Efendimizin ümmetinden birçok veliler, Hz. Hızır ile arkadaşlık yapmıştır ve hül yapmaktadırlar. 

Bir misali sizlere arz edeyim: 

Biz fakir, 2. Dünya (Alman) Harbinde, Malatya'nın Pötürge ilçesi, eski adı Mako, yeni adıyla Aktarlar köyünde bulunmaktaydık. Haziran'ın 20'sinde Mürşidin Hacı Ahmet Efendi Hazretleri'ni ziyaret etmeyi arzuladım. Aramız beş saatti. Biri erkek, biri hanım iki kişi hayvanlar için ot biçiyorlar, bir yandan da el şakası yapıyorlardı. Gözüm onlara dalmışken Efendim Hazretleri'nin sesini işittim: 

- Elin oynaması, senin nene lazım?

Hemen kalktım, o tarafa bir daha bakmaksızın yoluma devam ettim. Ancak evden hareket ederken niyetim, dileğim, "Bugün dağda, yolda Hızır'ı göreceğim", şeklinde idi. Dağı aşıp inişe geçtiğimde iki kişiye, önlerinde hayvanları, tanıdıklardan bir karı-kocaya rast geldim. Merhaba, hoş beş ettik ve ayrıldık. 

"Onlar Hızır olamaz. Hızır, tek gezer, tek yaşar ," dedim ve Efendimin Hane-i Saadet' ine kadar bir daha kimseye rast gelmedim. 

Hemen misafir odasına çıktım. Kendisi Yalnız başına oturuyordu. Selam ettim. Hürmetle mübarek ellerini öptüm. Hal hatırdan sonra hemen buyurdular ki: 

-Sizin taraftan bir Hamit Efendi vardı, iki gündür burada bekliyor. (Ben bu adamı tanıyordum.) "Hacı Efendi, sen bana Hızır'ı göstermeden ben buradan gitmem." diye tutturdu. Bir türlü gitmedi, ben de sen gelmeden yarım saat evvel koydum ve kapıyı kapattım. Ve sen geldin. Acıdım zavallıya. Hızır'ın yanında oturuyor, gelip gidiyor, daha da Hızır'ı soruyor. 


Siz olsanız bu kelamdan ne anlarsınız?

Fakat... Ben fakir Ahmet Kayhan, hiçbir şey anlamayarak, aklıma gelmedi ki hiç olmazsa tekrar bir elini öpeyim. 

Siz kardeşlerim, benim gibi gaflette kalmayın. Gördüğünüz insanları, sevdiğiniz insanları, onların maiyetinde sevmeye ve anlamaya çalışın. 

Bu sözlerim sizlere garip ve yabancı gelmesin. O ki velidir, İnsan-ı Kâmildir; Her an Hızır Aleyhisselam ile beraberdir.


Hz. Hacı Ahmet Kayhan

Tasavvufi Sözler

  • Ey altın sırmalarla süslü elbiseler giymeye, kemer takmaya alışmış kişi, sonunda sana da dikişisiz elbise giydirecekler...

    Hz. Mevlana Celaleddin Rum'i
  • Maddi hayata meyledenler için hayat deniz suyu içmeye benzer. İçtikçe susarlar, susadıkça içerler...

    Hz. Muhyiddin Arabi
  • Ey ademoğlu; Ey insanoğlu, bizi yaratan Allah`ın emirlerini tutmak mecburiyetindeyiz. Çok nazikâne dikkat edelim.

    Hz. Hacı Ahmet Kayhan Dede
  • Tasavvuf, Hakk'ın, seni senden öldürmesi ve seni kendisiyle diriltmesidir.

    Cüneyd-i Bağdadi
  • Sen insana ulaşmadan Allah'ı nasıl arıyorsun?

    Muhammed İkbal
  • Allahım! İnsanlar seni verdiğin nimetler yüzünden severler; bense seni verdiğin belalar yüzünden severim.

    Hallac-ı Mansur
  • Aşka delilik diyen insan, hayatın sırrına ebediyen bigane kalsın.

    Muhammed İkbal
  • Bilmediklerimi ayağımın altına alsaydım, başım göğe değerdi.

    İmam-ı Azam
  • Bir gün nefsime dedim: gel seninle Rabbime gidelim. gelmedi. Ben de tek başına yürüdüm, gittim.

    Beyazıd-ı Bestâmi
  • Allah' ı bilenler ise, ruhun beynin özü ve hakikatı olan Hak' tan geldiğini müşahade ettiler.

    Ahmed Hulûsi
  • Allah sizin kalıbınıza ve suretinize değil, kalbinizin temizliğine bakar.

    Hz. Muhammed (s.a.v)
  • Bir insanda görülen ameller ve takvadan başka, bir de onun cevher gibi güzel olan gizli amel ve takvası vardır. Bakış gücü olmayanların nazarları, görünen amellerdir. Halbuki biz onlara bakmıyoruz. Biz insanın içine, içindeki sırra bakıyoruz.

    Şeyh Hariri
  • Bir kimse kendi hakikatine arif olursa, hiçbir itikat ile kayıtlı olmaz.

    Muhiddin Arabi
  • Bütün maşuktur, aşık perdedir. Diri maşuktur, aşık ölüdür.

    Hz. Mevlâna
  • Cevizin kabuğunu kırıp özüne inmeyen cevizin hepsini kabuk zanneder.

    Gazâli
  • Eğer bir müminin kalbini kırarsan Hakk'a eylediğin secde değildir.

    Yunus Emre
  • Ey birader, sen ancak bir düşünceden ve fikirden ibaretsin. Üst tarafın kemik ve A'sab sinir ve adalât (kas) ve elyaftan (insan ve hayvanda adaleleri meydana getiren ince lifler) ibarettir.

    Hz. Mevlana
  • Hakikât yolu, aranmakla bulunmaz. Ama Bulanlar ancak arayanlardır.

    Beyazıd-ı Bestâmi
  • Hakikatte Arş ve Beytullâh, Allah'ı bilen arifin kalbidir.

    Muhyiddin Arabi
  • Hakkın Rahmeti bizim günahlarımızdan büyüktür.

    Muhyiddin Arabi
  • Her kişinin iki resülü vardır. Biri zahir, diğeri batın. Zahir dildir, Batın gönüldür. Dil Muhammed'e, gönül Cebrail'e benzer.

    Hacı Bektaş-ı Veli
  • Her şey maşuktur , aşık bir perdedir. Yaşayan maşuktur , aşık bir ölüdür.

    Hz. Mevlâna
  • İnd-i Sânî'de, bütün mahlûk TEK bir NOKTADIR; Kâinâtın cümlesi bu, NOKTA da bir NÜKTEDİR!

    Ken'ân Rifâî
  • İstesem sırf fatiha suresinin tefsiriyle yetmiş beygiri yüklerim.

    Hz. Ali
  • Kendimi arıyorum, gören varmı?

    Erzurumlu İbrahim Hakkı
  • Kerem, dünyayı ona muhtac olana vermen ve kendisine muhtac olduğun Allah'a yönelmendir.

    Ebu Hafs
  • Kimde sevgi varsa, Allah'ın varlığı ondadır.

    Hz. Mevlâna
  • Kimi aşık görürsen, onu maşuk bil. Zira o aşka nisbetle hem aşıktır, hem de maşuktur.

    Hz. Mevlâna
  • Kur'an insanlara pek çok şeyi sembollerle anlatırken; tasavvuf ise baştan sona, serâpa sembol ve mecazdır.

    Ahmed Hulûsi
  • Maddi hayata meyledenler için hayat deniz suyu içmeye benzer, içtikçe susarlar, susadıkça içerler.

    Muhiddin Arabi
  • Musibetin sevabına talip olmaklığın, musibeti çekmekte iken de varsa, zahidsin.

    Hz.Muhammed (s.a.v)
  • Nazar ve nefes az kaldı kaderi geçecekti. Nefes ve nazardan Allah'a sığının.

    Hz.Muhammed (s.a.v)
  • Nokta, tüm çizgilerin esasıdır.

    Hallac-ı Mansur
  • Okunacak en büyük kitap insandır.

    Haci Bektasi Veli
  • Ölüm, yaradılmışın Yaradan'a kavuşmasıdır,Şeb-i arus'dur.

    Hz. Mevlâna
  • Sevgin yoksa, dost arama.

    Şeyh Sâdi
  • Algılanan varlığın, Hakkın vücudu olduğunu müşahade, vahdet-i vücud'dur.

    Ahmed Hulûsi
  • Tasavvuf zamanı en uygun bir şekilde değerlendirmekten ibarettir.

    Ebu Siad-i Ebu'l Hayr
  • Tasavvuf, Allah ile olan muamelenin saflığıdır. Bunun aslı da dünyadan yüz çevirmedir.

    Cüneyd-i Bağdadi
  • Tasavvuf, bila-alaka (hiçbir bağ olmadan) tamamiyle Allah ile olmandır.

    Cüneyd-i Bağdadi
  • Vücudun, ilmi ilahide, ilimden ibaret olduğunu müşahade, vahdet-i şuhud'dur.

    Ahmed Hulusi

Hakkı Dedemizin Bütün Derslerine ulaşmak için tıklayınız...

Misafirhanemiz

Dervish Guest House

Site Kullanım Sayacı