Hz. Mevlana' nın Mektupları - Birinci Mektup
Düşmanın, onları çarparak arslan gibi güçlü kuvvetli erlerini tavşanın dişi yavrularına döndürmesinden çekinmezler mi?
İtaatinden çıkan bazı kişileri, savaşta nasıl okla yere yıktığını görürlerde ibret almazlar mı?
Atları, torbalar, insan kellelerinin tepelerine aşılmadıkça saman yememeyi adet edinmiş;
Sular, şakayık çiçeklerin in arasından görünen yeşillik gibi kanla bulanmadıkça o atlar su da içmezler.
Allah korusun, saklasın, beldesin, hayırdan, saadetten ayırmasın, dinin övüncü, müderrislerin ruhu aziz oğul, bu babasının ne gece, ne gündüz, ne ondan ayrıyken, ne buluştuğu vakit, onun hakkında hayır duayı bıraktığını sanmasın. Ama bu anda, hayreti yaratanın verdiği hayret yüzünden öyle bir haldeyim ki selam alacak takatin-ı bile yok. Öyle bir Allah'dır o ki, selam verenler, ona, selameti veren sensin, selamet senden ey vehimlerin ermediği, acze düşüp kalakaldığı zat, selam döner, sana varır diye selam verirler. Şanı mukaddestir, yücedir.
Beni hiçbir şeyle mukayyed etmeyen bu halde bile, esirgememin olgunluğu, fazlalığı, coşup köpürüşü, sevginin aşırı oluşu yüzünden yazıyorum. Öyle bir esirgeyiş, öyle bir sevgi ki bu, ölüm halinde de, ölümden sonra da bitmiyor, yatışmıyor. "Ne olurdu, kavmim, Rabbimin ne yüzden beni yarlıgadığını bilseydi". Seni öldürdüler, kestiler de gene öğüt vermekten vazgeçmedin; diriyken de, ölüyken de öğüt verdin; çünkü sen öğütçüsün, öğüt alan değilsin. Öğütten, sevgiden bitip yetişmiş, gelişmiş birisin; sevgi, sana sonradan bağlanan, eklenen bir şey değil. Bu esirgemenin taşkınlığı yüzünden, gönülsüz, elsiz bir halde olmama rağmen yazıyorum. Ne aklım başımda, ne sarhoşum; ne varım, ne yokum, işte böyle bir halde, bizim de gönlümüzün, ışığı, aydınlığı olan, âlemin de gönlünün, gözünün ışığı bulunan ve bu gün "Zekeriyya'yı onun hizmetine memur ettik" ayetinde bildirildiği gibi siz oğlumuzun nikâhında, eli altında olan, büyük bir imtihan olarak size emanet edilen padişahımızın kızının hatırına riayet etmeniz için şu birkaç satır yazıldı. Umarız, sizden bekleriz ki özürlerin temellerine ateş salarsınız da bir an, bir soluk, ne bilerek, ne yanılarak onu incitecek bir harekette bulunmazsınız. Görüp gözetmek vazifesini bırakmazsınız da onların hatırına da bir zerrecik vefasızlıkta bulunduğunuza dair bir şey gelmez; kederlenmezler. Zaten onlar, sezseler bile, yaratılışlarının temizliği, padişah kızı oluşları yüzünden miras yoluyla elde ettikleri gibi doğuştan da sahip oldukları sabır sebebiyle hiçbir söz söylemezler.
Kaz yavrusu, dün bile doğmuş olsa,
Deniz suyu, gene de göğsüne gelir onun.
Ama Allah'nın ruhani kullarının gözetlemelerinden, şahit olmalarından sakın; çünkü onların tertemiz soylarını koruyan, bu ruhanilerdir. "Soylarını da onlara katarız" buyrulmuştur. Allah, Allah, Allah, Allah, Allah, Allah, Allah, Allah için, şu babanın yüzünü, kendi yüzünü, bütün soyumuzun sopumuzun yüzlerini ak etmek istersen, onun hatırını aziz, ama pek aziz tut; onu can ve gönül tuzağıyla avlamak için her günü ilk gün, her geceyi gerdek gecesi say. Hem de av oldu sanma; av olmaya ihtiyacı da yoktur onun; bu, görünüşe kapılanların yolu yordamıdır. Bunlar hakkında "dünya yaşayışının dışyüzünü bilirler" denmiştir. Onlarsa eskiyecek mayalan yoktur. Ezeli yardım, onların kapılarını, duvarlarını ısıtmasın, onlara güzel kokular salmasın; imkânı yok. Ezeli yardım, bu zandan çok üstündür. "Andolsun Tin'e, Zeytün'a, Tu-rısina'ya" Bu ant, cansız şeylerdir; sebebi de bir gün onların, o azizlerin ayakları, oralara basmıştır; öylesine bir mertebeye ulaşmıştır o azizler ki, hani bir gün Peygamber, y Ali buyurmuştur, ciğerimi yeryüzünde emekliyor görsen ne yaparsın? Ali, bu soruya cevap veremem ey Allah Elçisi demiştir; ancak göz çukurumu yurt olarak ona bağışlarım; yüreğimin içine sokarım onu; bunları yapmakla beraber gene de suçlulardan, kusurlulardan sayarım kendimi. Bunun üzerine Peygamber, Allah'ın salât-ü selamı ona olsun, Fatıma, bedenimizden bir parçadır; evladımız, ciğerimizin parçalarıdır; yeryüzünde ciğerparelerimizdir, buyurmuştur. Allah'a Andolsun ki O'ndan başka tapacak yoktur; bu hususlarda (Selahaddin) hiçbir imada bulunmamış, bu yolda anlaşılacak bir haber göndermemiştir; aksine güzel geçimliliğini, erliğini, gönül alıcılığını, son derece görüp gözetmeni söylemekte, şükürler etmekte, birbiri ardınca dualar eylemektedir; yüzlerce defa memnun olduğunu bildirmektedir. Ancak birkaç gündür can âleminden sözsüz, işaretsiz sesler duyuyorum; suret âleminin ötesinde olan âlemden, suretsiz bir ses can kulağıma geliyor; beni yaralıyor. Bilmiyorum, olan bir hali mi anlatıyor bana, yoksa peşin yahut veresiye bir imtihan mıdır? Allah, Muhammed'in hakkıyçin, hayırlı soyunun sopunun, hayırlı sahabe olan sahabesinin hakkıyçin onu "düğümlere üfüren kadınların şerrinden", hal ve meal bakımından tuzaklarından korusun.
O canları incitmek, bir cam, yüz canı, bin canı incitmek değildir.
Candan da vazgeçmek güç değildir, cihandan da;
Güç olan senin civarından ayrılmaktır.
Bu ayrılış, aşıkın kederler içinde sevgilisinden ayrılışı değil;
Bu ayrılık, canın bedenden ayrılışı.
Ben zaten bilirim, sen yanlış bir iş yapmazsın;
Ama aşıkların gönülleri, kötü düşünceli olur.
Bu vasiyeti de gizli tutmanı, hiç kimseye söylememeni dilerim. Bu mektuptaki sözlerde bir sır var; öbür sözler, onu tamamlayan sözlerdir. Bu düşünceden kaçıp kurtulmanın çaresi de var; hem de hatırımda ama yazmaya imkân yok. Bunu korur, kimseye söylemezsen, ne yapacağımı, ne olacağını bilirim ben. O korumanın, o söylememin bereketi sayesinde, bilmediği o gizli şey de oğluma malum olur; daha başka şeyler de. "Bildiğini tutana Allah, bilmediği bilgiyi de miras olarak verir." Bu, tehlikelerle dolu olan pusu yerinde ebedi olarak uyanık bulunmasın; öyle olsun ey âlemlerin Rabbi. "Onlar severler onu, o da onları sever" makamı, kimi severse, en az kusurunun bile yüz binlerce karşılığını verir; en ehemmiyetsiz kusuruna yüz binlerce günah yazar, ama başkaları dağlar kadar günah işlese, kusurlarına bakmaz. Bu söz, yoksullar padişahından armağandır; Allah kadrini yüceltsin.
Konu Başlığı
Konu Başlığı