Hz. Abdulkadir Geylani' nin Hayatı


Bu mübarek zat, Allah Şefiatına eriştirsin, evliyalar başı, zamanının kutbu ve Gavsı olup, 'Gavs-ı Azam' olarak bilinir. Bu mübarek zatı üç beş cümle ile anlatmanın imkânı yoktur, zira O'nu anlatmakta kelimeler, cümleler acze düşer... Ancak; birkaç cümle ile de olsa ifade etmeye çalışırsak, Miladi 1077 yılında Geylan kasabasında dünyaya gelmiş ve 1165 yılında 91 yaşında iken vefat etmiştir.

Neseben, babası Hz. Hasan (r.a), annesi Hz. Hüseyin (r.a) neslinden olup, bu nedenle Neseben Hz. Peygamber (s.a.v) dayanır. 

Hz. Abdülkadir Geylani, çocukluğundan vefatına kadar sıdk ile Hz. Peygamber (say) yolunu tutmuş ve bu yolda bir an bile olsa ayrılmadan yürümüştür. 

Hayatında birkaç kez evlenmiş olup, ikisi kız on dört çocuk babasıdır. Sağhğında yapmış Olduğu sohbetleri derlenerek kitap haline getirilmiştir. Abdülkadir Geylani Hz. lerinin hayatı ve eserleri hakkında ileriki tarihlerde geniş bilgi verilecektir. Biz ilk olarak 'Mektubat-ı Geylani' isimli eserinin 'Dördüncü Mektup' kısmını insanlığın istifadesi için burada sunuyoruz. 

Hakkı Özsoy Dede

Gavs
Saadet denizindeki eşsiz inci O'dur. Şeriat, tarikat, marifet ve hakikatte mükemmel olandır. O'na birçok isimle seslenilir. Şeyh, önder, hadi, mehdi derler. İmam, halife, kutup, kutupların kutbu, zamanın sahibi derler. Cihanı gösteren kadeh, âlemi gösteren ayna, en büyük iksir diye nitelerler. 

Ölüyü dirilten, Ab - ı Hayat suyunun sahibi derler. Tüm varlık O'nun varlığının cüzleri olup, varlığın bütünlüğü bir tek şahıstadır ve tüm varlığın gönlü O tek gönüldür; âlem gönülsüz olmaz. Âlemin yegânesi olan 0 gönlün ALLAH zikri, âlemi ayakta tutandır. 

Mülkte, melekûtta ve ceberutta hiçbir şey O'nun gözüne örtülü kalmaz, eşyayı ve eşyanın hikmetini olduğu gibi bilir ve görür. Varlığın tümü hem görünüş hem de mana olarak O'nun nazarı altındadır. Âlemin olayları O'nun neş' esi üzerine devreder. 

Gavs; dünyayı yoluna sokmaktan, halkın kötü alışkanlık ve adetlerini kırıp, yerine doğruyu, güzeli iyiyi yaymaktan, beşeriyeti ALLAH' A davet edip, O'nun azametini ve birliğini bildirmekten, insanlık yollarını açmaktan, ahiretin değerini, ebediliğini bildirip, dünyanın değişken, sonlu ve değersiz olduğunu anlamaktan bir an bile geri durmaz. 

Hak için halka hizmeti kesintisizdir. O'nun kendinde kendine özel gücü ve kudreti, kendine özel muradı yoktur. 0 hep ALLAH ile ALLAH içindir. Padişahın sarayında kesintisiz kulluktadır. Yine de tamamen özgürdür; beşeri eğilimler, gereksinimler 0' nu bağlayamaz: 

Ruhtur ve varlığın ruhunun ruhudur. Varlığın kalesidir. Meleklerin secde ettiği varlıktır. İnsan denince 0 bilinir, şeref ve emanet O'ndadır. 0, Resulullah Efendimiz'dir ve Efendimiz' in Nur' unu taşıyan Varis' leridir. 

Hacı Ahmet Kayhan Dedeniz

Hayatı
Arapça'da "el-Cîlî", Farsça'da "Gîlî" veya "Gîlânî", Türkçe'de ise "Geylânî" şeklinde telafüz edilen bu yüce şahsiyetin tam adı, Muhyiddin Ebû Muhammed Abdulkâdir b. Ebî Sâlih Mûsâ Zengîdost el-Geylânî'dir. 

Tarikat ehli katında "imam-ı eimme", şeriat ehli katında da "mahbub-u sübhanî" ve muhyiddin lakablarıyla meşhur olmuşlardır.

470/1077 tarihinde Hazar denizinin güney batısındaki "Gîlân" eyalet merkezine bağlı Neyf köyünde doğdu. 

Geylanî için "Aşk ile doğdu, kemâl ile yaşadı ve kemâl-i aşk ile öldü" diyerek tarih düşürülmüştür ki, ebced hesabına göre "aşk" 470, "kemal" 91, "kemal-i aşk" ise 561'e tekabül etmektedir. Buna göre Geylânî 470'de doğmuş, 91 senelik bir ömürden sonra 561 tarihinde vefat etmiştir.

Nesebi, ana tarafından Hz.Hüseyin'e, baba tarafından Hz.Hasan'a ulaşmaktadır. 

Babası Ebû Salih Musâ'nın dindar bir kişi olduğu bilinmekte, ancak hakkında fazla bilgi bulunmamaktadır. Devrin tanınmış zâhid ve sufilerinden olan Ebû Abdullah es-Savmaî'nin kızı olan annesi Ümmü'l-Hayr Emetü'l-Cebbâr Fatıma'nın kadın velilerden olduğu kabul edilir.

Küçük yaşta babasını kaybeden Abdülkâdir, annesinin yanında ve dedesinin himayesinde büyüdü.

Tahsili
İlk tahsiline Gîlân'da başlayan ve daha küçük yaşlarda büyüklüğüne işaret eden keramet ve alametler gösteren Abdülkâdir, onsekiz yaşına gelince ilim tahsili için annesinden izin alarak bir kafileye katılıp Bağdat'a gitti. Geylânî'nin Bağdat'a ilim tahsili için gittiği tarih(488/1095) aynı zamanda Gazzali'nin Nizamiye Medresesi'ndeki görevini terkederek Bağdat'tan ayrıldığı tarihtir.

Orada devrin meşhur hadis, fıkıh ve edebiyat alimlerinden ilim tahsil etti ve kısa zamanda usul, fürû ve mezhebler konusunda geniş bilgi sahibi oldu. 

Kısa zaman içinde kazandığı üstün şöhreti, yıldırım hızıyla yayılmış ve her tarafı kuşatarak, ilmen zamanının önderi ve imamı olmuştu. Hanbelîlerin mezhebine bağlı olduğundan, "Hanbelîlerin tabi olduğu şeyh" denilebilecek bir seviyeye yükselmiş, kendisinden istifade eden pek çok alim ve fakih yetişmeye başlamıştır. Ancak o, Hanbelî mezhebinden olmasına rağmen Hanbelî ve şâfiî mezhebine göre fetva verir, verdiği fetvalarla fakihleri hayran bırakırdı.

Rivayete göre rüyasında; Ahmed b. Hanbel, Abdülkâdir Geylanî'den o sıralarda zayıf durumda bulunan Hanbelîliği canlandırmasını istemiş, O da Hanbelî mezhebine girerek bütün gücüyle bu mezhebi ihya etmeye çalışmış, bundan dolayı kendisine "Muhyiddin"(Dini ihya eden) ünvanı verilmiştir.

Bağdatta bir süre Ebû Hanife'nin türbedarlığını yaptığı da rivayetler arasında yer almaktadır.

Tasavvufa intisabı
Bağdat'da Hocası Ebû said Ali b. el-Mübarek el-Mahzumî' nin kendisine tahsis ettiği Babülerec'deki medresede tefsir, hadis, kıraat, fıkıh ve nahiv gibi ilimler okuttu ve vaaz vermeye başladı. Ancak bir süre sonra bütün bunları bırakarak halvete çekildi.

Bağdat mutasavvıflarıyla yakın dostluklar kurduğu bu yıllarda şeyh Ebû'l-Hayr Muhammed b. Müslim ed-Debbâs(ö.525/1131)'ın sohbetinde bulunmuş, ilk intisabını bu zata yapmıştı. Onun yanında gerçek mücahidlere yakışır bir süluk çıkaran Geylânî, rivayete göre bilahare bu zata damad olmuştur.

Debbâs'dan aldığı tarikat yolunu kadı Ebi Said el-Mübarek el-Mahrumî'nin yanında kemale erdirmiş ve ondan icazet almış, tarikat hırkasını da onun elinden giymiştir.

Geylanî Bağdat ve Kerh civarında yirmibeş seneye yakın inziva hayatı sürdürmüştü. Son halvette, tam kırk gün hiç bir şey yiyip içmediği gibi, her hangi bir kişi tarafından yedirilinceye kadar da yememeğe azmetmişti. 

Geylanî bu şekilde maddi ve manevi kemale erdikten sonra 520/1126 senesinde Bağdat'a dönerek yeni baştan vaaz ve nasihat toplantılarında aşk ve irfan erbabına hakikat ve marifet öğretmeye başladı.

İrşad Hususiyetleri
Sufi Yusuf Hemedanî'nin tavsiyesi üzerine tekrar cemaate vaaz vermeye başladığında ancak bir kaç kişiye hitab ediyordu. Fakat daha sonra cemaati giderek arttığı ve medrese dar gelmeye başladığı için vaaz meclisini Babülhalbe'deki bir camiye nakletti. Onun tesirli sözlerinden halk okadar memnun kalıyordu ki, burası da artık cemaati almaz olmuştu. Bu yüzden 528/1133 yılında bazı ilavelerle medrese genişletildi ve Abdülkâdir'in ismine nisbet edilerek öğretime yeniden açıldı. 

Cemaatin mütemadiyen çoğalması üzerine, açıktan vaaz etmek zorunda kaldı. Bu vaazları dinlemek için yetmişbin kişinin Bağdat'a geldiği ve arka safta bulunan dinleyicilerin ön saftakiler kadar sesini rahatlıkla işittikleri rivayet edilir. Sonraları orası da halkı almayınca yüksek bir tepenin üstüne büyük bir kürsü koydular ve oradan kendisini takibetmeye başladılar.

Vaazlarında cemaate kurtuluşu ve cenneti vadettiğini, bu konuda onlara teminat verecek kadar inançlı ve kesin konuştuğunu, hitabetinin son derece etkili olduğunu kaynaklar görüş birliği içinde zikrederler.

Karşılaştığı kimseleri hemen tesiri altına aldığı için "Bâzullah"(Allah'ın şahini) ve "el-Bâzu'l,eşheb"(avını kaçırmayan şahin) ünvanıyla da anılmıştır.

Tasarruf ve kerametlerinin ölümünden sonra da devam etttiğine inanıldığı için, müridlerinin darda kaldığı zaman söyledikleri "Medet yâ Abdülkâdir!" sözü tarikat geleneği halini almıştır.

Onun meclisinde, yaptığı kötülüklere tevbe eden, nadim olan yol kesiciler, katiller, fasıklar, itikadı bozuk ve sapık olanların yanısıra, çoğu kere orada müslüman olan Yahudi ve Hristiyanlara da raslanırdı. Rivayete göre onun vasıtasıyla beşbinden fazla Yahudi ve Hristiyan, yüzbinden fazla eşkiya tevbe etmiştir. 

Hülasa onun insanların ruhlarına, düşüncelerine hitab eden daveti bütün İslâm toplumunu etkilemiş, ölü düşünce ve ruhlar yeniden canlanarak, toplum içinde üstün bir ahlak ve fazilet hareketi başlamıştır.

Şemail ve Ahlakı
Abdülkâdir Geylânî orta boylu, geniş omuzlu, açık alınlı, ince bedenli, buğday benizli idi. Saçlarını omuzlarını örtecek kadar uzatırdı. Sesi gür ve heybetliydi. Çok şık giyinir, talebeleri dâhil kimseden bir şey kabul etmezdi. Küçük çocuklarla, kölelerle sohbet eder, fakirlerle oturup kalkardı. 

Geylânî, gözü yaşlı, aşırı derecede heybetli, dua ve niyazı kabul olunan, üstün ahlaklı, hoş ve güzel damarlı idi. Kitaplar, O'nun gavsiyyetine layık kerametleri ve irfan dolu beyanlarından dökülen ilahi hikmetlerle doludur. 

Medine-i Münevvere'de bulundukları zaman kırk gün huzur-u saadette ellerini göğsüne koyarak ayakta durdukları rivayet edilir. 

Cuma günleri camiye yahut tekkesine çıkar onun dışında evden dışarı çıkmazlardı. 

Yatsı abdesti ile sabah namazı kıldığı, abdesti bozulduğunda vakit geçirmeden yenileyip sonra aldığı abdestle iki rekât namaz kılardı. Daha sağlığından itibaren kendisinden bir çok keramet nakledilerek kişiliği tam manasıyla menkıbeleştirilmiş, gerçek kimliği ise önemini yitirmiş ve unutulmuştur.

Vefatı
Geylanî 561/1165 senesi Rebiülahir'in 8. cumartesi gecesi yatsı namazından sonra vefat etmiştir. Onun 562/1166 rebiülahirinin 9. cumartesi gecesi vuku bulduğunu nakledenler de vardır.

Hayatının son dakikalarında seslerini yükselterek üç defa, "Allah, Allah, Allah" diye zikredip, sonra zikr-i hafi ile meşgul iken, canını canana teslim eylemiştir.

Oğlu Abdurrezzak'a son vasiyetleri şu olmuştu:

"Ey oğul! Allah bize ve sana Müslümanlara yardım etmeyi, nasib etsin. Âmin. Sana Allah'tan korkmayı, O'na ibadet etmeyi, şeriatına bağlanmayı ve Allah'ın hududunu muhafaza etmeyi tavsiye ederim. Çünkü bizim yolumuz, kitab ve sünnete; gönlün selametine, elin cömertliğine; hayrı yaymağa; cefayı defetmeye; eziyete katlanmaya ve ihvanın hatalarını görmemeye dayanmaktadır."

Hindistan'da her yıl Rebiülahir'in 11. günü, bazen 17. günü ruhları için kuran okunur ve sadaka dağıtılır. Bu merasim Bağdat'ta 17 gün icra edilir.

Türbeleri Bağdat'ta Babü'd-Derc dedir. Mezarları üzerine türbe inşa olunmuştur. Bu türbe halen dünyanın çeşitli beldelerinden gelen müntesipleri ve muhibleri tarafından ziyaret edilen kutsal mekânlardan biridir.

Abdülkadir Geylani Hz.
Allahım! Senden sana sunmaya elverişli olan bir iman, kıyamette senin huzurunda durabilecek bir imkan, günah deryasına yuvarlanmaktan bizleri kurtaracak bir ismet, ayıp kirlerinden bizleri tertemiz edecek bir Rahmet, emir ve yasaklarını bize anlatacak bir ilim sana yalvarmasını bize öğretecek bir analayış istiyoruz....... 

Dünya ve ahirette sana dost olmayi bilmişlerden kıl bizleri! Kalplerimizi marifetinin Nurları ile doldur! 

İdrak gözlerimizi hidayetinin sürmeleriyle sürmele! Fikir ayaklarımızı şüpheli yerlere basmaktan koru! Ruh kuşlarımızı, şüphe ve terreddüt tuzaklarına düşmekten muhafaza et! 

Amel defterlerimizin satırlarından seyyiatimizi siliver!

Abdülkadir Geylani (k.s.)

Büyük islam alimlerinde, evliyaniı en meşhurlarındandır.470(m-1077) yılında İranın Geylani şehrinde doğdu. Bu sebeplede geylani denilmiştir. 561(m-1166)yılında Bağdat'ta vefat etmiştir. Babası Hz. Hasan'ın (ra), annesi Hz. Hüseyin'in (ra)soyundanndır. Babası ve annesi evliya idiler. Abdülkadir Geylani fıkıh ve hadis ilimlerinde müctehid idi. Tasavvufta ise çok yüksek bir evliya ve mürşidi kamillerin en başta gelenlerindendir. Abdulkadir Geylani (ks) önce doğduğu yerde ilim öğrenmeye başladı, küçük yaşta Kuran-ı Kerim'i ezberledi. Daha sonra Bağdat'a gidip zamanın meşhur alimlerimlerinden ilim öğrendi. Bebekken ramazanda annesini emmeyen Abdulkadir Geylani(ks) Bağdat'a ilim tahsiline gidişini şöyle anlatır:

"Küçük idim, arefe günü çift sürmek icin tarlaya gittim. Tarlada öküz dile geldi. "Sen bunun icin yaratılmadın ve bununla emrolunmadın" dedi. Eve geldim, durumu anneme anlattım. Babamdan miras olarak kalan kırk altını koltuğuma dikti ve beni Bağdat'a ilim tahsil etmeye gönderdi. Giderken bizi eşkiyalar çevirdi, bana senin neyin var dediler. Ben de "Kirk altınım var" dedim, önce inanmadilar, sonra üzerimi aradılar, altınları bulunca : "Neden söyledin?" sorularına, "Anneme yalan söylemeyeceğime söz verdim" deyince, eşkiyanin reisi "Bu kadar senedir ben, beni yaratip yetiştiren Rabbime ihanet ediyorum"dedi ve orada hepside tevbe etti. İlk olarak benim elimde tevbe eden bu altmış kişi oldu." 

Bağdat'ta çok ünlü hocalardan hadis, fıkıh ve tasavvuf dersleri aldı ve çok iyi yetişti. Daha sonra ders ve vaaz vermeye başladı. Sohbetleri Bağdat'ta çok ilgi gördü ve herkes onu dinlemeye geliyordu. Daha sonra vaazı bırakıp inzivaya çekildi. Yirmibes yıl Bağdat'ın Kerh harabelerinde dolaşti. Bu arada Kuran okuyor,oruc tutuyor nefsini terbiye için çoğu zaman aç kalıyordu. Bu süre içerisinde bir çok kez Hızır(a.s.) ile görüştü. Önce şafi mezhebinde olduğu halde, Hanbeli mezhebinin ortadan kalkmakta olduğunu görerek Hanbeli mezhebine geçti ve onu ayağa kaldırdı. Bir sözü şudur:

"Ey ahali! İslam ağlıyor." Elini başına koymus: "Şu facirlerden, şu fasıklardan, şu bidat ve delalet ehlinden, şu zalimlerden, şu yalancı şahitlik libasını giymişlerden, sahip bulunmadıkları faziletleri kendilerine var gösteren şu kuru iddiacılardan yaka silkiyor, illallah diyor, onlara karşı, ihlas sahibi mü'minlerden yardım talep ediyor, senden önce gelip gecmişlere ve birde senin devrinde bulunanlara bak. Emreden, nehyeden, yiyen içen olarak. Sanki onlar hiç bulunmamışlar.

Tasavvufi Sözler

  • Ey altın sırmalarla süslü elbiseler giymeye, kemer takmaya alışmış kişi, sonunda sana da dikişisiz elbise giydirecekler...

    Hz. Mevlana Celaleddin Rum'i
  • Maddi hayata meyledenler için hayat deniz suyu içmeye benzer. İçtikçe susarlar, susadıkça içerler...

    Hz. Muhyiddin Arabi
  • Ey ademoğlu; Ey insanoğlu, bizi yaratan Allah`ın emirlerini tutmak mecburiyetindeyiz. Çok nazikâne dikkat edelim.

    Hz. Hacı Ahmet Kayhan Dede
  • Tasavvuf, Hakk'ın, seni senden öldürmesi ve seni kendisiyle diriltmesidir.

    Cüneyd-i Bağdadi
  • Sen insana ulaşmadan Allah'ı nasıl arıyorsun?

    Muhammed İkbal
  • Allahım! İnsanlar seni verdiğin nimetler yüzünden severler; bense seni verdiğin belalar yüzünden severim.

    Hallac-ı Mansur
  • Aşka delilik diyen insan, hayatın sırrına ebediyen bigane kalsın.

    Muhammed İkbal
  • Bilmediklerimi ayağımın altına alsaydım, başım göğe değerdi.

    İmam-ı Azam
  • Bir gün nefsime dedim: gel seninle Rabbime gidelim. gelmedi. Ben de tek başına yürüdüm, gittim.

    Beyazıd-ı Bestâmi
  • Allah' ı bilenler ise, ruhun beynin özü ve hakikatı olan Hak' tan geldiğini müşahade ettiler.

    Ahmed Hulûsi
  • Allah sizin kalıbınıza ve suretinize değil, kalbinizin temizliğine bakar.

    Hz. Muhammed (s.a.v)
  • Bir insanda görülen ameller ve takvadan başka, bir de onun cevher gibi güzel olan gizli amel ve takvası vardır. Bakış gücü olmayanların nazarları, görünen amellerdir. Halbuki biz onlara bakmıyoruz. Biz insanın içine, içindeki sırra bakıyoruz.

    Şeyh Hariri
  • Bir kimse kendi hakikatine arif olursa, hiçbir itikat ile kayıtlı olmaz.

    Muhiddin Arabi
  • Bütün maşuktur, aşık perdedir. Diri maşuktur, aşık ölüdür.

    Hz. Mevlâna
  • Cevizin kabuğunu kırıp özüne inmeyen cevizin hepsini kabuk zanneder.

    Gazâli
  • Eğer bir müminin kalbini kırarsan Hakk'a eylediğin secde değildir.

    Yunus Emre
  • Ey birader, sen ancak bir düşünceden ve fikirden ibaretsin. Üst tarafın kemik ve A'sab sinir ve adalât (kas) ve elyaftan (insan ve hayvanda adaleleri meydana getiren ince lifler) ibarettir.

    Hz. Mevlana
  • Hakikât yolu, aranmakla bulunmaz. Ama Bulanlar ancak arayanlardır.

    Beyazıd-ı Bestâmi
  • Hakikatte Arş ve Beytullâh, Allah'ı bilen arifin kalbidir.

    Muhyiddin Arabi
  • Hakkın Rahmeti bizim günahlarımızdan büyüktür.

    Muhyiddin Arabi
  • Her kişinin iki resülü vardır. Biri zahir, diğeri batın. Zahir dildir, Batın gönüldür. Dil Muhammed'e, gönül Cebrail'e benzer.

    Hacı Bektaş-ı Veli
  • Her şey maşuktur , aşık bir perdedir. Yaşayan maşuktur , aşık bir ölüdür.

    Hz. Mevlâna
  • İnd-i Sânî'de, bütün mahlûk TEK bir NOKTADIR; Kâinâtın cümlesi bu, NOKTA da bir NÜKTEDİR!

    Ken'ân Rifâî
  • İstesem sırf fatiha suresinin tefsiriyle yetmiş beygiri yüklerim.

    Hz. Ali
  • Kendimi arıyorum, gören varmı?

    Erzurumlu İbrahim Hakkı
  • Kerem, dünyayı ona muhtac olana vermen ve kendisine muhtac olduğun Allah'a yönelmendir.

    Ebu Hafs
  • Kimde sevgi varsa, Allah'ın varlığı ondadır.

    Hz. Mevlâna
  • Kimi aşık görürsen, onu maşuk bil. Zira o aşka nisbetle hem aşıktır, hem de maşuktur.

    Hz. Mevlâna
  • Kur'an insanlara pek çok şeyi sembollerle anlatırken; tasavvuf ise baştan sona, serâpa sembol ve mecazdır.

    Ahmed Hulûsi
  • Maddi hayata meyledenler için hayat deniz suyu içmeye benzer, içtikçe susarlar, susadıkça içerler.

    Muhiddin Arabi
  • Musibetin sevabına talip olmaklığın, musibeti çekmekte iken de varsa, zahidsin.

    Hz.Muhammed (s.a.v)
  • Nazar ve nefes az kaldı kaderi geçecekti. Nefes ve nazardan Allah'a sığının.

    Hz.Muhammed (s.a.v)
  • Nokta, tüm çizgilerin esasıdır.

    Hallac-ı Mansur
  • Okunacak en büyük kitap insandır.

    Haci Bektasi Veli
  • Ölüm, yaradılmışın Yaradan'a kavuşmasıdır,Şeb-i arus'dur.

    Hz. Mevlâna
  • Sevgin yoksa, dost arama.

    Şeyh Sâdi
  • Algılanan varlığın, Hakkın vücudu olduğunu müşahade, vahdet-i vücud'dur.

    Ahmed Hulûsi
  • Tasavvuf zamanı en uygun bir şekilde değerlendirmekten ibarettir.

    Ebu Siad-i Ebu'l Hayr
  • Tasavvuf, Allah ile olan muamelenin saflığıdır. Bunun aslı da dünyadan yüz çevirmedir.

    Cüneyd-i Bağdadi
  • Tasavvuf, bila-alaka (hiçbir bağ olmadan) tamamiyle Allah ile olmandır.

    Cüneyd-i Bağdadi
  • Vücudun, ilmi ilahide, ilimden ibaret olduğunu müşahade, vahdet-i şuhud'dur.

    Ahmed Hulusi

Hakkı Dedemizin Bütün Derslerine ulaşmak için tıklayınız...

Misafirhanemiz

Dervish Guest House

Site Kullanım Sayacı