Hacı Veyiszade Mustafa Kurucu Hocaefendi


Hacı Veyiszade Mustafa KURUCU Efendi, Konya'nın Karatay İlçesine bağlı Yarma Bucağı Şatır Köyü'nden Hacı Veyis Efendi'nin iki oğlundan büyüğüdür. Hacı Veyiszade ünvanı ile meşhur olup son devir din bilginlerimizin büyüklerindendir. 

R.1305/M.1889 yılında Konya'nın Sedirler Mahallesinde dünyaya gelmiş, 5 Şubat 1960 tarihinde Konya'da vefat etmiştir. Babası Hacı Mustafa Efendi, ilk tahsilini köyünde tamamladıktan sonra, Konya'ya gelmiş, Aladağlı Hacı Ahmet Efendi'den icazet alarak müderris olmuş ve yüzlerce talebe yetiştirdikten sonra, 1935 yılında vefat etmiştir.

Mustafa Efendi, oğulları İbrahim ve Mustafa Efendilerin yetişmesinde büyük rol oynamış, hafız ve alim olmaları için bütün gayreti ile çalışmış, netice de onların da ilmiye sınıfı içinde yer almalarını sağlamıştır. 

Hacı Mustafa KURUCU Efendi, ilk tahsilini babasından almış, Sedirler Mahallesi Sıbyan Mektebinde okumuş, babasının da hafızlık hocası olan Bekir Hoca Efendi'den hafızlığını tamamladıktan sonra, bazı Konya alimlerinden fıkıh, tefsir, hadis, ahlâk, hikmet ve İslâm tarihi okuyarak icazet almıştır. 

Konya'da kurulan Islah-ı Medaris müderrislerinden Şeyh zade Ziya Efendi'den Arapça, Cebir ve Feraiz tahsil etmiş, Sultan Selim Camii Hatibi Mesnevi-han Sıdki Dede'den Farsça öğrenmiş, tasavvufi ilimler üzerinde durmuş, keskin zeka ve anlayışı ile kısa zamanda kendini yetiştirerek tanınmış din bilginlerinden biri haline gelmiştir. 

Türkçe, Arapça ve Farsça'sının çok kuvvetli olduğu bilinen Hacı Veyiszade merhum, Hocası Ziya Efendi'nin babası Şeyh Mehmet Bahaeddin Efendi'ye intisap etmiş, bir takım batıni bilgilere sahip olmuş, bu sebeple gerek şeyhine ve gerekse onun oğlu Ziya Efendi'ye büyük saygı ve bağlılık göstermiştir. 

Kendisi gerçek manada bir hak aşığı, gönüllere taht kurmasını bilmiş bir sevgi adamı, ilim ve irfan vadisinin unutulmaz simalarından birisidir. Büyük evliyalardan Ladikli Ahmet Ağa'nın da dediği gibi O, "Zirvesine ulaşılamayacak kadar büyük bir dağ'dır." Müslim ve gayr-ı müslim herkesin gönlünü kazanmayı bilmiş, bir ikinci Mevlana, bir ilim ve hikmet hazinesidir. Menkıbelerini anlatanlar, onun Allah dostlarından bir zat olduğunu ve benzerinin gelmesinin zor olduğunu söylemektedirler. Bütün bu özelliklerine rağmen, kendilerinde hiç bir öğünme payı görülmemiş ve tevazu timsali olarak yaşamıştır. 

1960 yılının 5 Şubat Cuma günü Durak Fakı Mahallesindeki evinde Hakk'ın rahmetine kavuşmuştur. Konya Üçler Mezarlığı'na defnedilmiştir.

Hacı Veyiszade, yüzlerce talebe yetiştirdiği bir çok hayır işleri ile meşgul olup, halkın engin sevgisini kazandığı halde, herhangi bir kitap yazıp neşretmemiştir. Böyle bir istekte bulunanlara verdiği cevap ise hayli ilginçtir; "Bir kalpten bin kitap çıkar, fakat bin kitapta bir kalp bulunmaz!" 

Değerli Hocamız Hacı Veyiszade Efendi'nin zengin kütüphanesi, torunu Hasan Kudsi KÜÇÜKAŞÇI tarafından Kütüphanemiz Müdürlüğüne 10 Haziran 2003 tarihinde tüm ilim aleminin hizmetine sunulması amacıyla bağışlanmıştır. Müdürlüğümüz, Hoca Efendi'nin kitapları için özel bir bölüm oluşturmuştur. 

Asırlar boyunca Yurdumuza ve bütün İslam a1emine sayısız ilim ve irfan erleri armağan eden Konyamızın, son asırda yetiştirdiği büyük şahsiyetlerden birisi de Hacı Mustafa Kurucu hocamızdır. Manada dev bir yapıya sahip olduğu halde zahiren tevazunun, kadirbilirliğin, ahlak ve faziletin müşahhas örneği olan merhum, (1303) yılında, şehrimizin Sadırlar Mahallesinde doğmuştur. Babası Hacı Veyis Efendi, bütün hayatı boyunca ilim ve irfanıyla etrafını aydınlatmış bir din âlimiydi. Annesi Fatma Hatun da, gayet mütteki ve nezihe bir Müslüman-Türk hanımıydı.

Tahsil hayatına ilk önce, babasının rahlesi önünde diz çökerek başlayan merhum, vefatına kadar hatimle namaz kıldıracak kadar kuvvetli hafızlığını tamamladıktan sonra, Konyamızın meşhur âlimlerinden, tefsir, hadis, fıkıh başta olmak üzere, ilmin muhtelif dallarına ait dersler almış ve daha küçük yaştan itibaren, kendisini yetiştirmek için her fırsattan faydalanmıştır. Kendisinin tesadüfen bir duasında bulunan Araplar dahi, onun fesahat ve belağattaki üstünlüğüne hayran olmuşlar ve Arapçayı hangi Arap memleketinde öğrendiğini sordukları zaman, aldıkları: «Kendi memleketimde; Konyamızda!» cevabı üzerine, hayretleri bir kat daha artmıştır. Farsçayı da gayet iyi bilen hocamız, 1328'den itibaren birçok medreselerde hocalık yapmıştır. Medreselerin lağvı üzerine, Piri Mehmet Paşa Camiinin imam ve hatipliğine başlayan üstadımız, aynı zamanda, soğuk-sıcak, gece-gündüz demeden çalışarak, kurulmasında büyük emekleri geçtiği Konya İmam-Hatip Okulunda 7 sene ders vererek, kıymetli talebeler yetiştirmiştir. Bu sırada Aziziye Camiine nakledilen vazifesine de devam eden merhum, gönüllere sürür veren konuşmalarıyla bütün Müslümanların teselli kaynağı olmuştur. Sabah namazlarından sonra mihrapta ayakta (son günlerinde de sandalyede) yaptığı konuşmaları, o sırada doğup, camiin pencerelerinden içeriye dolan güneş ışınları gibi, cemaatin göz ve gönüllerini aydınlatır, ısıtır ve doyururdu. Yarım saat kadar devam eden bu sohbetinden sonra dükkânlarına dağılanlar, yepyeni bir zevk ve neş'e ile işlerine başlarlardı.

Ağzından dökülen hikmetli sözlerden tutunuz da, attığı her adımına kadar, bir ahlak ve fazilet timsali olarak gönüllerde muhteşem bir taht kuran hocamız, bütün hayatı boyunca ve her fırsatta, aziz Millet ve Memleketimize, dini ve milli hizmetlerde bulunarak, birçok müesseselerin kuruluşunda ön safta yer almıştır. Soyadı olan (KURUCU) kelimesi, hayatı boyunca hizmet prensibi olduğundan, bir tarafta camilerin, mekteplerin inşaatına koşarken; diğer taraftan da Kızılay'ın, Tayyare ve Çocuk Esirgeme Kurumlarının faal ve fahri üyesi olarak çalışmış; hastanelerin, dispanserlerin, aş evlerinin temel atma merasimlerine yetişmiştir. Kendisine birçok defa müftülük ve diğer makamları teklif edenlere her seferinde de O:«Ben, İslam'ın alelade bir hizmetkârıyım; Rabbim Allah'ım beni bu hizmetten ayırmasın» demekle iktifa etmiştir.

Dinimizin direği olan namazda, Allah'ıyla baş başa bulunmak, onun en büyük hazzı idi. İmam-Hatip Okulunda hocamız iken, teneffüslerini de, hizmetliler odası kapı arkasındaki sedirde serili duran seccadesinde namazla geçirdiğine, her zaman şahid olurduk.

Biz dördüncü sınıfta iken, rahatsızlığı sebebiyle derslerine bazen devam edemiyordu. Talebelerinden ayrı kalmak, onun için, üzüntülerin en büyüğü idi. Cenab-ı Hakk'a olan derin bağlılığından aldığı kuvvetle, hasta haliyle okula geliyor; ateşler içerisinde iken dahi, derslerine devam ediyordu. Fakat bir müddet sonra artan rahatsızlığı sebebiyle, evinden çıkamaz olmuştu. Nihayet rahatsızlığına teşhis kondu: Prostat ve şeker. Kendisini her gün biraz daha eriten hastalığından bir defacık dahi şikâyetçi olmamış; ziyaretine gelenlere: «Rabbim Allah'ıma şükürler olsun, hastalığımı dahi şeker verdi. Hamdolsun O'na...» diyerek iman ve bağlılığın zevk ve neşesinden bir nefes dahi ayrı kalmamıştır. Polat gibi bir imanın tezahürü olan şu samimi ifade, acaba kaç faniye nasip olmuştur?

Yapılan ameliyat ve tedaviyle biraz kuvvet bulunca hemen cami ve mektebine koşan merhumun, bütün bir ömür boyu sürüp gelen cansiperane çalışmalarına dayanamayan bedeni artık zayıf düşmüştü. Nihayet, (5/Şubat/1960) Cuma günü sabah namazını da eda ettikten sonra, ebedi hayata doğru çıkacağı yolculuğunun son hazırlıklarını da tamamlamış, saat 11.40'da, Konyamızın bütün minarelerinden gürül gürül verilen Cuma salları arasında, hayatı boyunca hasretini çektiği Maşuk'una kavuştu. Vefat haberi kısa bir zamanda, şehrimizin en uzak köşelerine kadar yayılarak, büyük bir teessür ve hüzün yaratmıştı...

Cumartesi günü saat 10.30'da Soğuk bir havada, lapa lapa yağan karlar altında, Kapı camiinin musalla taşına konan cenazesinin namazı, öğleyi müteakip, bütün semti hınca hınç dolduran 40 bini aşkın cemaatle kılınmıştı. Saat 13'e doğru, mahşeri bir kalabalığın elleri, omuzları ve başları üzerinde yola çıkan tabut, ağır ağır, adeta bir gelin süzülüşüyle, bir insan seli üstünde yol alarak, tekbirlerle, tehlillerle, salât u selamlarla, gözyaşları arasında, saat 15.30 civarında, ebedi istirahatgahına tevdi olunmuştu. Üçler mezarlığındaki kabri, hemen her gün, her cuma ve bayramlarda fevc fevc gelen Müslümanlar tarafından ziyaret olunmaktadır.

Onun nice keşf u kerameti hala dilden dile, kulaktan kulağa, gönülden gönüle anlatılır durur. Aslında başlı başına bir kitap yazılması gereken bir eserin sayfalarını fazlasıyla kabartacak olay ve menkıbeleri olan Hacı Veyiszade Hocamızın bu birbirinden güzel hatıralarından burada sadece birkaçını nakletmekle yetineceğiz.

Konya'nın yakın köylerinden fakir ve küçük yaşta babasını kaybetmiş bir çocuk, okumak için Konya'ya gelerek, İmam-Hatip Okuluna kaydolur. İhtiyar ve hastalıklı annesi biricik yavrusunu Konya'ya yollarken, evindeki zaten mahdud olan erzak, yiyecek ve giyecekten bir torba yapıp, uğurlar. Çocuk, Konya'ya daha önce hiç gelmemiştir. Şehrin tamamıyla yabancısıdır. İlk gün Okulun yanındaki Kadı İzzettin Camiinde bir akşam namazı kılar. Mahzundur, yabancıdır. Eli yüzü düzgündür. Onun bu durgun hali cemaatten mahalleli bir zatın dikkatini çeker. Gelip kendisine kim olduğunu, ne için geldiğini sorar. Çocuk, okumak için Konya'ya geldiğini, İmam-Hatip'e kaydolduğunu ama yatacak bir yerinin dahi bulunmadığını sıkıla sıkıla anlattıktan sonra, köyünde hafızlığını ikmal ettiğini de sözüne ilave eder. O şahıs, kendisini yanına alarak, hemen arka mahallede bulunan ve bir imam bulunamadığı için aylardan beri kapalı duran biraz ilerideki mahalle mescidine götürür. Bu, Meydanî Ahmet Mescidi'dir. Mescidin bahçesinde bir odalı, bir mabeyinli ve mutfaklı küçük bir imam evi de vardır. İsterse burada kalabileceğini, karşılığında hiçbir şey istenmediğini sadece mescidin imamlık görevini yerine getirmesini ister. Çocuk hemen kabul ederek, odaya yerleşir. Ve hemen o yatsı namazından itibaren de mescidi cemaate açarak, imamete geçer. Ama yine de, mahallenin yabancısıdır, mahcuptur, himayesizdir. Günler, haftalar böyle geçer. Okulda dersler devam etmektedir. Gelip geçen günlerde, çocuğun köyünden getirdiği, anacığının azık yaptığı erzakı da noksanlaşır ve nihayet günün birinde biter. Çocukcağız birkaç gün daha aç susuz idare eder. Ama daha fazla dayanamaz. Dersleri hayli başarılı geçmekle beraber, bu yokluk canına tak demiştir. Sonunda daha fazla sabredemeyeceğini anlayarak, eşyasını toplayıp, denk yaparak hiç kimseye açılamadığı, derdini söyleyemediği ve yardım göremediği Konya'dan ve Konyalılardan ayrılıp, köyüne dönmekten başka yapacağı bir şey kalmamıştır. Eşyalarını hazırlar. Odanın ortasına yığar. Sonra sırtını kapıya yaslayıp, daha birkaç ay önce ne kadar büyük emel ve umutlarla geldiği, okuyup, büyük adam olmak, Din, Millet ve memleketine hizmet etmek ümidiyle dolu olarak geldiği Konya'dan böylesine ayrılmaya mecbur kalışını düşünür, çektiği emekleri, beslediği ümitleri, okuldaki dersleri bir bir hatırlar. Ama çare yoktur. Köyüne gidecektir. Kentte okumak için para lazımdır. Himaye edecek hayır sahibi kişi gereklidir. Kendinde ise bunların hiç birisi yoktur. Böylece derin düşüncelere dalar gider. Gönlü ve zihni bu duygularla meşgul iken birden bire, yaslanmakta olduğu sokak kapısı çalınır. Çocukcağız kulağına inanamaz. Çünkü bunca gündür bir kere olsun kapısını çalan olmamıştır. Kimdir bu? Büyük bir merak ve heyecanla kapıyı açar. Yaşı altmış civarında bir zattır gelen. Çocuk onu daha önce hiç görmemiştir. Tanışmamaktadırlar. İhtiyar, Mescidin İmam-Hatip Okulu'na giden imamının kendisi olup olmadığını sorar. Çocuktan evet cevabını alınca; "Al yavrum, şunu sana Hacıveyiszade Hoca gönderdi. Selamı vardır. Dersine devam etmeni, yese kapılmamanı, maddi endişenin olmamasını; bundan sonra da sana yeterince yardımda bulunacağını söyledi" diyerek, ayrılır gider. Çocukcağız kapıda kala kalır. İhtiyarın eline tutuşturduğu şeyi merak eder; Kapıyı heyecanla örter. Sonra avucunu açınca görür ki, elli lira. 0 gün için ona bir aydan fazla yetecek kadar bir bol paradır bu. Ne var ki çocukcağız, adı hala kulağında duran Hacı Veyiszade Hoca'yı daha önce hiç bir yerde duymadığı gibi, görmemiştir de... Aradan geçen bir ayı takiben o ziyaretçi tekrar gelir, kendisine destek olur ve bir miktar daha para vererek ayrılır. Artık genç, dersleriyle meşguldür. Okulu'na gitmekte, imametine devam etmektedir.

Günlerden bir gün, üçüncü defadır kendisine para gönderen bu meçhul hayır sahibini tanımak için, Konyalı bazı arkadaşlarına Hacı Veyiszade Hoca'nın kim olduğunu, nerede görebileceğini sorar. Onun, Aziziye Camiinde bulunduğunu, imamlık yaptığını, ulu bir kişi, ermiş bir şahsiyet olduğunu öğrenir. Hem merakını gidermek ve hem de elini öperek, teşekkürde bulunmak için, Aziziye Camiine gider. Mihraptaki sakallı, nur yüzlü zata gözü takılır kalır. Dua sırasında gözünü ondan ayıramaz. Genç, camiin orta bir yerinde bulunmaktadır. Duadan sonra mihrabdan kalkan Hoca Efendi, elini öpmek, hayır duasını almak isteyen ziyaretçilerinin arasından ağır ağır hücresine doğru ilerlerken, gencin bulunduğu yere gelir. Genç, gayr-ı ihtiyari olarak hemen ayağa kalkar ve el öpenlerin arasına karışıp, o da o muhterem zatın eline kapanır. Bu, Hacı Veyiszade Hacı Mustafa Efendi'dir. Hoca Efendi ona da "Hacı olması, âlim ve fazıl olması" için dualarda bulunduktan sonra yavaşça kulağına eğilerek: "Derslerine devam et; sıkıntıya düşmekten korkma" deyip, yeri geldikçe kendisine ziyaretçi göndermeye devam edeceğini fısıldayarak, geçer gider. Genç, olduğu yerde kala kalmıştır. Maddi sıkıntısını, parasızlığını bilen, evine kadar adam yollayarak, harçlığını gönderen bu zat, bu vuküfiyeti nasıl kazanmıştır? Daha birçok sorulara dalar, başı önde, camiden çıkar...

Sonra, birkaç yıl daha ziyaretler devam eder. Gencin eli bollaşınca sona erer. Sık sık karşılaşırlar. Ama Hoca Efendi hiçbir zaman ona bu yardımların nereden gelip, nereye gittiğinden bahsetmez. Böylece istikbalde kendisinden büyük hizmetler beklenen bir gencin daha elinden tutulmuş, sıkıntılı günlerde yardımına koşulmuştur.

Genç, İmam-Hatip Okulu'nu ve Yüksek İslam Enstitüsü'nü parlak bir şekilde bitirir. Bu gün İstanbul'dadır. Arapça, Farsça ve Fransızcanın yanı sıra İngilizceyi de çok rahat okuyup, anlamakta ve konuşmaktadır. Millet ve memleketine hizmetin çabasındadır...

Hacı Veyiszade Hocamızın pek çok tasarruflarından birisi de şöyledir; Kendisine gönül vermiş, onu canı gibi sevip, sayan bir Konyalı, Şeyh Alaman (lşkalaman) semtinde oturmaktadır. Bir gece yarısı oğlu dünyaya gelir. Adını Hocamızın koymasını arzu ettiği için, sabah namazına Aziziye Camiine kadar gelir. Kendisinden başka kimsenin haberdar olmadığı oğluna münasip bir ad koymasını rica etmek üzere hazırlanırken Hoca Efendi mutadı vechile mihrabdan kalkarak hücresine doğru giderken onun yanına uğrar ve yavaşça: "Oğlunun adını Abdullah koyuver. Ömrü uzun olsun; Âlim olsun, fazıl olsun. " duasında bulunarak, geçer gider...

Kendisiyle samimi görüşmeleri olan bir zat hususi ziyaretinde eser yazmasını istirham eder. Hoca Efendi, "Bir kalpten bin kitap çıkar, fakat bin kitapta bir kalp bulunmaz." buyururlar.

O, engin bir Resülullah muhabbetine sahiptir. Peygamberimiz Efendimizin adını anıp, hatıralarını zikrederken derin bir huşua dalar mest olurdu. Bu sevgi ve bağlılığına her vesile ile şahid olurdunuz. Mesela sofrada yemeğe başlarken Besmele'den sonra: "Aman bir Salâvat-ı Şerife okuyuverelim; çünkü bu sofra da bize Hz. Resul-ü Ekrem'in himmet-i imdadiyeleridir." buyururlardı.

Hazret-i Mevlana'nın gölgesinde bulunan ünlü Üçler Mezarlığında ebedi istirahatgahındaki merhum hocamızın kabrinin baş taşında şu ibare okunmaktadır:

Hüve'l-Hallaku'l Baki
Candan ve cihandan geçerek afvine geldim
Hasret dolu ruhumla huzurunda eğildim
Gufranını rıdvanını Rabbim kerem eyle
Şad it beni bilcümle ziyaretçilerimle
Candan geçen âşıkların ancak seni ister
Lütfunla nazar kıl bize didarını göster.

Konya ulemasından Hacı Üveys Efendi Zade Hacı Mustafa Kurucu Efendi Ruhuna Fatiha 8 Şaban 1379.

Aziz Hocamızın ayak taşında şu satırlar yer almıştır:

Deruni bir visal aşkıyla gel zair bu dergâha
Büyük arif bu yerden nur olup yükseldi Allah'a
Ölümsüz yâdı bakidir yaşar her an gönüllerde 
Mübarek tatlı siması gülümser sanki her yerde 
Gönüller fetheden ulvi mücahid burda medfundur
İlahi bin tecellinin temaşası ile memnundur 
Likaillah irmiş Kutb-u Rabbani Veys-zade
Bütün envara müsta'rak kesafetlerden azade.

5 Şubat 1960.

İşte Hacı Veyiszade Hacı Mustafa Efendi Hocamızın daha yüzlerce menkıbelerinden birkaçı böyledir. Siz, Konyalıların ağzına kulak verirseniz, daha nicelerini dinler ve O'nun yüceliği önünde titrersiniz Bütün bu hoş menkıbeler, gözlüye gizlinin olamayacağına ve Mevlana'mızın ifadesiyle cahilin aynada göremediğini arif kişinin tuğlada görebileceğine dair, birbirinden güzel, hal ve tasarruf örnekleridir.

Tasavvufi Sözler

  • Ey altın sırmalarla süslü elbiseler giymeye, kemer takmaya alışmış kişi, sonunda sana da dikişisiz elbise giydirecekler...

    Hz. Mevlana Celaleddin Rum'i
  • Maddi hayata meyledenler için hayat deniz suyu içmeye benzer. İçtikçe susarlar, susadıkça içerler...

    Hz. Muhyiddin Arabi
  • Ey ademoğlu; Ey insanoğlu, bizi yaratan Allah`ın emirlerini tutmak mecburiyetindeyiz. Çok nazikâne dikkat edelim.

    Hz. Hacı Ahmet Kayhan Dede
  • Tasavvuf, Hakk'ın, seni senden öldürmesi ve seni kendisiyle diriltmesidir.

    Cüneyd-i Bağdadi
  • Sen insana ulaşmadan Allah'ı nasıl arıyorsun?

    Muhammed İkbal
  • Allahım! İnsanlar seni verdiğin nimetler yüzünden severler; bense seni verdiğin belalar yüzünden severim.

    Hallac-ı Mansur
  • Aşka delilik diyen insan, hayatın sırrına ebediyen bigane kalsın.

    Muhammed İkbal
  • Bilmediklerimi ayağımın altına alsaydım, başım göğe değerdi.

    İmam-ı Azam
  • Bir gün nefsime dedim: gel seninle Rabbime gidelim. gelmedi. Ben de tek başına yürüdüm, gittim.

    Beyazıd-ı Bestâmi
  • Allah' ı bilenler ise, ruhun beynin özü ve hakikatı olan Hak' tan geldiğini müşahade ettiler.

    Ahmed Hulûsi
  • Allah sizin kalıbınıza ve suretinize değil, kalbinizin temizliğine bakar.

    Hz. Muhammed (s.a.v)
  • Bir insanda görülen ameller ve takvadan başka, bir de onun cevher gibi güzel olan gizli amel ve takvası vardır. Bakış gücü olmayanların nazarları, görünen amellerdir. Halbuki biz onlara bakmıyoruz. Biz insanın içine, içindeki sırra bakıyoruz.

    Şeyh Hariri
  • Bir kimse kendi hakikatine arif olursa, hiçbir itikat ile kayıtlı olmaz.

    Muhiddin Arabi
  • Bütün maşuktur, aşık perdedir. Diri maşuktur, aşık ölüdür.

    Hz. Mevlâna
  • Cevizin kabuğunu kırıp özüne inmeyen cevizin hepsini kabuk zanneder.

    Gazâli
  • Eğer bir müminin kalbini kırarsan Hakk'a eylediğin secde değildir.

    Yunus Emre
  • Ey birader, sen ancak bir düşünceden ve fikirden ibaretsin. Üst tarafın kemik ve A'sab sinir ve adalât (kas) ve elyaftan (insan ve hayvanda adaleleri meydana getiren ince lifler) ibarettir.

    Hz. Mevlana
  • Hakikât yolu, aranmakla bulunmaz. Ama Bulanlar ancak arayanlardır.

    Beyazıd-ı Bestâmi
  • Hakikatte Arş ve Beytullâh, Allah'ı bilen arifin kalbidir.

    Muhyiddin Arabi
  • Hakkın Rahmeti bizim günahlarımızdan büyüktür.

    Muhyiddin Arabi
  • Her kişinin iki resülü vardır. Biri zahir, diğeri batın. Zahir dildir, Batın gönüldür. Dil Muhammed'e, gönül Cebrail'e benzer.

    Hacı Bektaş-ı Veli
  • Her şey maşuktur , aşık bir perdedir. Yaşayan maşuktur , aşık bir ölüdür.

    Hz. Mevlâna
  • İnd-i Sânî'de, bütün mahlûk TEK bir NOKTADIR; Kâinâtın cümlesi bu, NOKTA da bir NÜKTEDİR!

    Ken'ân Rifâî
  • İstesem sırf fatiha suresinin tefsiriyle yetmiş beygiri yüklerim.

    Hz. Ali
  • Kendimi arıyorum, gören varmı?

    Erzurumlu İbrahim Hakkı
  • Kerem, dünyayı ona muhtac olana vermen ve kendisine muhtac olduğun Allah'a yönelmendir.

    Ebu Hafs
  • Kimde sevgi varsa, Allah'ın varlığı ondadır.

    Hz. Mevlâna
  • Kimi aşık görürsen, onu maşuk bil. Zira o aşka nisbetle hem aşıktır, hem de maşuktur.

    Hz. Mevlâna
  • Kur'an insanlara pek çok şeyi sembollerle anlatırken; tasavvuf ise baştan sona, serâpa sembol ve mecazdır.

    Ahmed Hulûsi
  • Maddi hayata meyledenler için hayat deniz suyu içmeye benzer, içtikçe susarlar, susadıkça içerler.

    Muhiddin Arabi
  • Musibetin sevabına talip olmaklığın, musibeti çekmekte iken de varsa, zahidsin.

    Hz.Muhammed (s.a.v)
  • Nazar ve nefes az kaldı kaderi geçecekti. Nefes ve nazardan Allah'a sığının.

    Hz.Muhammed (s.a.v)
  • Nokta, tüm çizgilerin esasıdır.

    Hallac-ı Mansur
  • Okunacak en büyük kitap insandır.

    Haci Bektasi Veli
  • Ölüm, yaradılmışın Yaradan'a kavuşmasıdır,Şeb-i arus'dur.

    Hz. Mevlâna
  • Sevgin yoksa, dost arama.

    Şeyh Sâdi
  • Algılanan varlığın, Hakkın vücudu olduğunu müşahade, vahdet-i vücud'dur.

    Ahmed Hulûsi
  • Tasavvuf zamanı en uygun bir şekilde değerlendirmekten ibarettir.

    Ebu Siad-i Ebu'l Hayr
  • Tasavvuf, Allah ile olan muamelenin saflığıdır. Bunun aslı da dünyadan yüz çevirmedir.

    Cüneyd-i Bağdadi
  • Tasavvuf, bila-alaka (hiçbir bağ olmadan) tamamiyle Allah ile olmandır.

    Cüneyd-i Bağdadi
  • Vücudun, ilmi ilahide, ilimden ibaret olduğunu müşahade, vahdet-i şuhud'dur.

    Ahmed Hulusi

Hakkı Dedemizin Bütün Derslerine ulaşmak için tıklayınız...

Misafirhanemiz

Dervish Guest House

Site Kullanım Sayacı