Mecalis-i Saba Birinci Meclisten Seçmeler
Mücahede
Ey gerçek dostlar, ey uygun bir inançla benimle konuşanlar, düşüp kalkanlar, bilin ki hani sel, bütün kuvvetiyle dağlardan, tepelerden, şıkçasına, coşa köpüre denize koşar; ırmaklar coşa köpüre denize akar; binlerce elle, binlerce ayakla denize ulaşır ya; çünkü sular, birbirinin eli, ayağı, bineği, durağı kesilmiştir; su katreleri birbirine kuvvet, destek olmuştur da; bu kuvvetle dağlardan akar, ovaları aşar, asılları olan denize ulaşırlar. Her katre, 'dön rabbine, ondan razı olarak ve rızasını kazanmış bulunarak" diye nara atar; bu neden şaşılacak bir şey olsun? Asıl şaşılacak şey, asıl görülmemiş şey, asıl sarp ve güç iş şudur: Bir dağlıkta yahut bir mağaranın içinde yahut da aman vermez bir ovada bir katre, tek başına kalır; o katrenin madeni, aslı, denizdir. Onu arzular; o elsiz, ayaksız katre, eli yokken ayağını atar, denizin iştiyakiyle elini uzatır. Ne sel yardım eder ona, ne de bir dostu vardır. Öyle olduğu halde düşe kalka yuvarlanmaya başlar, iştiyak ayağıyla denize koşar, zevk bineğine biner, yol almaya koyulur. A çaresiz katre, toprak senki düşmanın, yel senin düşmanın, güneşin harareti senin düşmanın. Ulaşmayı dilediğin deniz de çok uzak. A elsiz, ayaksız katre, sen bunca düşman arasından denize nasıl varacaksın? Ama o katre, hal diliyle der ki Ben bir katreyim ama uçsuz bucaksız denizin yardımıyla içimde bir özleyiş var. "Biz emaneti yükledik insana; şüphe yok ki o, çok zalim oldu, çok bilgisiz bir hale geldi" hükmünce zayıfım; "şüphe yok ki biz arz ettik emaneti göklere ve yeryüzüne ve dağlara; derken onlar, onu yüklenmekten çekindiler ve ondan korktular" hükmünce bu çölde seller bile yol alamamaktan korkup titremekte; bu amansız çölün tehlikesinden gökler bile titremektedir. Dağlar bile, rabbimiz, biz bu emaneti yüklenemeyiz, gücümüz yetmez diye feryat etmededir; yeryüzü bile ben o yol alanlara toprak kesilmişim ama canımda o güç, o kuvvet yok, demededir. Fakat bir katreden ibaret olan insanın canı, hizmete bel bağlamıştır da der ki:
Sen bana bir yürek ver de yiğitliği seyret,
Bana, benim tilkimde de aslanlığımı gör.
Özlem
Allah ona rahmet etsin, esenlik versin, Allah elçisi, o önüne ön bulunmayan alemin tercemanı, o Arab'ın, Acem'in en fasihi, o ilim ve kerem madeni, o davulsuz, bayraksız padişahlar padişahı, o kainatın ulusu, varlıkların ve var olanların sultanı cevap verdi de buyurdu ki: Ey gerçek dostlar, ey uygun bir inançla benimle görüşüp konuşanlar, düşüp kalkanlar, bilin ki hani sel, bütün kuvvetiyle dağlardan, tepelerden aşıkçasına, coşa-köpüre denize koşar; ırmaklar, coşa-köpüre denize akar; binlerce elle, binlerce ayakla denize ulaşır ya çünkü sular, birbirinin eli-ayağı, bineği-durağı kesilmiştir; birbirine kuvvet-destek olmuştur su katreleri; bu kuvvetle dağlardan akar, ovalardan geçer, asılları olan denize ulaşırlar; her katre, «Dön rabbine, ondan razı olarak ve rızasını kazanmış bulunarak» diye nara atar; bu neden şaşılacak bir şey olsun? Asıl şaşılacak şey, asıl görülmemiş şey, asıl sarp ve güç iş şudur: Bir dağlıkta yahut bir mağaranın içinde yahut da aman vermez bir ovada bir katre, tek başına kalır; o katrenin madeni, aslı denizdir; onu arzular; o elsiz-ayaksız katre, eli yokken ayağını arar; denizin özlemiyle elini uzatır; ne sel yardım eder ona, ne de bir dostu vardır. Öyle olduğu halde düşe kalka yuvarlanmaya koyulur; özlem ayağıyla denize koşar; zevk bineğine biner, yol almaya kovulur. Ev çaresiz katre, toprak senin düşmanın, yel senin düşmanın, güneşin ıssısı senin düşmanın. Ulaşmayı dilediğin deniz de çok uzak. Ey elsiz-ayaksız katre, bunca düşman arasından denize nasıl varacaksın sen? Ama o katre, hal diliyle der ki: Ben bir katreyim ama uçsuz-bucaksız denizin yardımıyla içimde bir özlem var. «Biz emaneti yükledik insana; şüphe yok ki o, çok zalim oldu, çok bilgisiz bir hale geldi» hükmünce zayıfım; «Şüphe yok ki bu, arz ettik emaneti göklere ve yeryüzüne ve dağlara; derken onlar, onu yüklenmekten çekindiler ve ondan korktular» hükmünce bu çölde seller bile yol alamamaktan korkup titremektedir; bu amansız çölün tehlikesinden gökler bile titremektedir; dağlar bile rabbimiz, bu emaneti yüklenemeyiz, gücümüz yetmez diye feryad etmededir; yeryüzü bile ben o yol alanlara toprak kesilmişim ama canımda o güç, o kuvvet yok demededir; fakat bir katreden ibaret olan insanın canı, hizmete bel bağlamıştır da der ki:
Sen bana bir yürek ver de yiğitliği seyret;
Bana, benim tilkimde de arslanlığımı gör:
Zayıfım, arığım, çaresizim ama değil mi ki can kulağıma "Andolsun ki biz Âdemoğullarını üstün ettik" sesi ulaştı, o sesin inayet eserlerini duydum; ne zayıfını, ne arığım, ne de çaresizim; dünyanın çaresini bulurum ben.
Okluğumu senin oklarınla doldurdum mu, Kafdağı'nın bile belini çeker bükerim.
Kendimi gördükçe, kendi gücüme güvendikçe zayıfım, gücüm kuvvetim yok; bütün zayıflardan da daha zayıfım; bütün çaresizlerden de daha çaresizim. Ama bakışımı, görüşümü değiştirdim de kendimi görmedim, senin lütfunu, senin yardımım gördüm mü, «O gün yüzler parlar, güzelleşir ve rablerinin lütfunu bekler» hükmünce niçin zayıf olayım; niçin çaresiz olayım; niçin çaresizlere çare bulmayayım? Niçin insan olayım; niçin o soluğun o zamanın mahremi kesilmeyeyim?
Konu Başlığı
Konu Başlığı